Prof. Dr. Müjde Gül TÜRKERİ
Sevgili Okurlar,
Bugünden itibaren buradan sizlerle Kalp Sağlığı ile bağlantılı olan ruhsal ve fiziksel gençleşme üzerine konuşacağız.
Yaşlılık bir kader değil, her ne kadar genetik yatkınlık ve soyağacımız bu konuda etkili olsa da, yaşlanma sürecine katkının sadece üçte birlik kısmını oluşturuyor. Yaşlanma ve hastalanma sürecinin gidişatını bizim kişilik yapımız, aile ve sosyal hayatımız ve diğer çevresel etkenler belirliyor. O yüzden uzamış gençlik mümkün ve vücut organlarımızın ömrünü uzatmak da bizim elimizde.
Bu konu üzerine konuşmaya bugün kalp sağlığını etkileyecek önemli bir konu olan “uyku” ile başlayacağım;
Sevgili Okurlar,
Hızlı ve yorucu hayatlar yaşıyoruz. Üzerimizdeki yoğun beklentiler, bizim hayattan beklediklerimiz, hızlı iş temposu ve hayat sorumluluklarımız günlük hayatlarımızda stres hormonlarının normalden daha yüksek seviyelerde kalmasına, kalp hızı ve tansiyon değerlerimizin artmasına, yüksek oksijen tüketimine, vücuttaki oksidatif reaksiyonların artmasına, organlardaki hücre içi yıkımların hızlanmasına ve sonuç olarak yaşlanmamıza neden oluyor.
Yaşlanma sürecini yavaşlatmada sağlıklı bir diyet, aerobik-anaerobik dengesi sağlanmış düzenli fiziksel aktivite, düzenli ve sağlıklı bir uyku düzeni çok önemli.
O halde sağlıklı bir uyku nasıl olmalı?
Sağlıklı bir uyku düzeninin, “gün batımından itibaren sabah güneş doğuncaya kadar olan saatlerde” olması gerekiyor. Sağlıklı bir uykuda odanın tam karanlık ve tam sessiz olması, iyi havalandırılması, oda ısısının serin olması (18 derece civarında), odada alerjen ve ağır kokulu maddelerin bulundurulmaması gerekiyor.
Bizim beş duyumuz var, ve biz bu beş duyuyu sağlıklı kullandığımız ölçüde hayatı algılıyoruz. Gündüz saatlerinde beş duyumuzun tümünü kullanmamız gerekirken, gece uykusu süresince duyu organlarımızın mümkün olduğunca az uyarılması ve dinlendirilmesi gerekiyor. Duyu organlarımızın ışık, ses, koku gibi uyaranlarla uyarılması, yatak konforunun yeterli olmaması, yastık kalınlığının baş-boyun yapısıyla uygunsuz olması REM denilen uykunun hafif döneminde kalmamıza neden oluyor ve derin uykuya geçmemizi engelliyor. Bu durum uykumuzun hafif olmasına, sık rüya görmemize ve kolay uyanmamıza sebep oluyor. Derin uykuya geçemeyen bir bireyin sempatik sinir sistemi yavaşlamadığı için gece boyunca ritmini sakinleştirerek dinlenmesi gereken organlar gündüz saatlerindeki hızda ve fonksiyonlarda çalışmaya devam ediyor. Kalp hızlı çalışıyor, damarlar gevşemiyor, tansiyon değerleri düşmüyor, böbrekler hızlı çalışmaya devam ettiği için sık idrar ihtiyacı oluyor, iskelet kaslarının tonüsü gevşemediği için vücut dinlenmesi gerçekleşmiyor, horlama ve/veya uyku apnesi gelişiyor, bağırsaklarda spazma bağlı gaz ve kabızlık sorunları oluşuyor, tuvalet alışkanlıkları ve besinlerin emilimi ile ilgili sorunlar oluşuyor. Sonuç olarak kişi sabah saatlerinde stress hormonları çok yüksek olarak uyanıyor ve dinlenmediği için yorgun ve sinirli oluyor, güne yeterli enerji ile başlayamıyor, sonrasında psikolojik ve fizyolojik sorunlar hissetmeye meyilli oluyor, nihayetinde de hastalıklar ve yaşlanma süreci gelişiyor.
Sevgili Okurlar,
Bugün kaliteli bir uyku uyumanın günlük hayata, ruhsal fiziksel sağlığa, sosyal yaşantıya ve mesleki düzenemizine doğrudan etkili olduğunu konuştuk. Hayatımızın genel olarak yarısının uykuda geçtiğini, geçmesi gerektiğini düşünürsek uyku kalitemizin, uyuduğumuz fizik ortamın ses, ışık, koku, konforuna bağlı olduğunu hatırlamış oluruz. Bugünden itibaren horlama ve uyku apnesi sorunlarımızı daha ciddiye almayı, sigara ve alkol tüketiminin genel uyku sağlığımıza olan etkisini hatırlamayı, yatağa boşi mide ile gitmemiz gerektiğini, yatak odamızın konforunu yeniden gözden geçirmemizin önemini hatırlayalım.
Gençliğimizi korumaya, hücresel yaşlanmayı durdurmaya, organlarımızın ömrünü ve dolayısıyla da kendi ömrümüzü uzatmaya birlikte devam edelim.
Prof.Dr.Müjde Gül Türkeri